Niçin geri kaldık?

Geride bıraktığımız yüzyılda en ciddi aydınlarımızdan birisi şüphesiz Peyami Safa‘dır.Ona göre Avrupa’nın idrakini Yunanlılardan daha çok Romalılar doldurmuştu. Belçikalı Dumant Wilde‘nin “Avrupa Kafasının Tekamülü” adlı kitabındaki şu satırların kanaatinde rol oynadığını belirtiyor: “Avrupa’nın Roma’da bulduğu en büyük miras şudur: Devletin bölünmezliği; Asya monarşilerinde devlet, hanedan sülalesinin mülkü telakki edilirdi. Hükümdar onu büyütebilir, ötekine berikine dağıtabilir; çocuklarına verebilirdi. Roma devleti ise herkesin malı, Res Publica’dır.”

Wilde’nin düşüncesini paylaşması Peyami Safa’nın yeterince tarihimizi bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu hata aslında onun değildir; tarihçilerimizden gelmektedir. Kitaplarını okuyunca büyük romancımızın ne kadar bilgili olduğunu anlıyoruz; fakat bir kişi ne denli gayret ederse etsin, her şeyi bilmesi mümkün değildir. Geçmişe dair konularda haklı olarak tarihçilerimizden faydalanmaktadır.

Sultan ölünce Doğu’daki devletlerin bazıları mirasçılar arasında paylaşılır, bazıları paylaşılmazdı. Mesela Hulefa-i Raşidin dönemindeki İslam Devleti ile Emeviler, Abbasiler halifelerin mirasçılarının arasında taksim edilmemiştir. Eski Türk devletleri de hakanın çocukları arasında paylaşılmazdı. Ölen hakanın çocuk ve kardeşleri tahtta hak sahibi idiler; bunların arasında mücadele başlar; diğerlerini bertaraf eden en liyakatli sayılır, tahta oturur, ötekilerini bölgelere vali tayin ederdi. Bu durumun zafiyet oluşturduğu devlet büyük bir sarsıntı halinde parçalanırdı. Osmanlı ise daha kuruluşunda bu zafiyeti görmüş, devletin teşkilatlanmasını ona göre yapmıştı. Devletin bütünlüğü için “ekser ulema kardeş katlini dahicaiz görmüştür. Sonra telakkilerince arz Allah’ındır; padişahın sahipliği ise sembolikti; çünkü o topraklarda padişahın da yetkilerini sınırlayan kanunlar hakimdi. Vatandaş da “Vediatullah“tı; yani Allah’ın emaneti.

Roma’da devletin vatandaşın olduğu sonradan yakıştırılan bir husustur. Wilde’nin iddiası doğru olsa bile, bu kültür Batı dünyasına intikal etmemiştir. Aksi takdirde Verdun anlaşmasıyla devletleri bölünebilir miydi? Roma-Cermen İmparatorluğu’nda evliliklerle ülkelerin hakimiyeti el değiştirir miydi? Kaldı ki Roma’da vatandaşlık hakkına çok az insan sahipti; uzun yüzyıllar sadece Roma şehrinde doğanlar vatandaştı. Daha sonra vatandaşlık hakkı bugünkü İtalya topraklarında doğanlara da tanındı. Ancak imparator Caracalla döneminde vatandaşlık medenileşme yetenekleri bulunmuyor gerekçesiyle Cermen ve Anglo Saksonlar hariç diğer milletlere tanındı.
Ayrıca Peyami Safa Yunan’ın hendese (geometri) kafası olduğu için ilmin teşekkülünü sağladığını iddia ediyor. Matematiğin doğması için geometrinin yanı sıra aritmetiğin de bulunması lazımdır. Modern medeniyetin ihtiyaç duyduğu idrakin yarısını Yunan, Batı oluşturmuşsa, diğer yarısını Hintliler, Araplar oluşturmuştur. Şu unutulmamalıdır ki geometri, aritmetik ilim kafasına sahip olmak amacıyla değil, ihtiyaçtan doğmuştur. Kayalıkların arasında hayatlarını sürdüren Yunanlıların yaşamaya elverişli toprakları azdı; bundan dolayı gözlerini yere dikmişlerdi. Toprağı ölçmek geometrinin esasını teşkil etmiştir. Steplerde ve vahalarda yaşayanların geçim kaynakları hayvancılıktı. Hayvanların sayımının, etin tartılmasının rakam fikrinin oluşmasına sebep olan insanların, yağmur damlalarına çok ihtiyaç duyduklarından gözleri göklerde idi. Göklerin dipsizliğinin, yıldızların esrarının metafiziği davet etmesi, tecrit kabiliyetini de oluşturup aritmetiği gün ışığına çıkardı. Yer ve göğe ait elde edilen bilgilerin evreni, hayatı izahta birleştirilmesi İbn-i Sina, Farabi, Biruni ve onların kültür havzalarında yetişen beyinler tarafından gerçekleştirilmiştir; yani bugünkü insanlığın kavuştuğu medeniyetin harcının karılmasında en önemli rolü bunlar oynamıştır. “Türk İnkılabına Bakışlar” adındaki eserinde Peyami Safa şöyle diyor: “Fatih’in İstanbul’u alarak açtığı büyük devrin kapısından içeriye Avrupa girdi; fakat kendisi giremedi. Biz yeni zamanın kapıcısı halinde kaldık.” (sayfa 183) Tabii aziz üstadımızın vardığı bu hüküm kesinlikle doğru değildir. 1500 yılında Latin dünyasının beyni Sorbonne, Germen dünyasının beyni Frankfurt üniversiteleriyle Fatih Medresesi’ni mukayese edersek çok farklı gerçekle karşılaşırız. Mesela o tarihte Sorbonne’da tıpla ilgili 11, Frankfurt’ta 12 eser vardı; her ikisindeki kitapların 7’si bizden, İbn-i Sina’dan, Biruni’den tercüme edilmişti. Fatih Mederesesi’nde ise tıpla ilgili 926 kitap bulunuyordu. İbn-i Sina’nın eseri Batı üniversitelerinde 400 yıl ders kitabı olarak okutuldu. Bazıları daha ileri giderek, Fatih’in İstanbul’u almakla Batılılaşmamızın kapısını açtığını söylerler. Halbuki o devirde Fatih’in İstanbul’a diktiği fener Avrupa’yı da aydınlatıyordu; onun ışığında Batılı biçareler yönlerini tayin etmeye çalışıyorlardı.

Evet bugün geriyiz; Batı ile aramızdaki açığı kapatmanın biricik şartı, geriliğimizin sebeplerini doğru tespit etmemizdir.

 

* Mehmed Niyazi ,Sanatalemi,22.08.2011

http://www.sanatalemi.net/4017-nicin-geri-kaldik.html,erişim:25.08.2011

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir